Tarih

Napolyon Bonapart’ın Elba Adası’ndan Kaçışı

Napolyon Bonapart’ın Elba Adası’ndan kaçışı, 26 Şubat 1815 tarihinde gerçekleşmiştir. Napolyon Bonapart, Britanya ve Fransız gemileri yokken Elba Adası’ndaki Portoferraio kentinden 600 yandaşıyla kaçmış ve 1 Mart 1815 tarihinde Antibes yakınlarında karaya çıkmıştır.

Napolyon Bonapart Kimdir?

Napolyon Bonapart (Orijinal adıyla Napoléon Buonaparte), 15 Ağustos 1769 yılında Fransa’ya bağlı olan Korsika Adası’nın Ajaccio bölgesinde doğmuştur. 1799-1804 yılları arasında bir Fransız general ve ilk elçi olarak görev yapmış, 1804 ile 1814/15 yılları arasında ise Fransa’nın İmparatoru olarak görev yapmış ve Batı tarihinin en ünlü isimlerinden biri olmuştur. Ordu işlerinde ve eğitimde yeni bir dönem başlatmıştır. Ayrıca daha sonraki medeni hukuk kanunlarının prototipi haline gelecek olan Napolyon Kanunu’nu oluşturmuştur. Yeni düzenlenen eğitim sistemi ve papalıkla ise uzun ömürlü bir Konkordato’nun temellerini atmıştır. Ek olarak kısa boyuyla Napolyon Kompleksinin de isim babası olmuştur.

Napolyon, Carlo Buonaparte ile Letizia Ramolino’nun 8 çocuğundan 4. ve hayatta kalan 2. çocuğudur. Baba tarafı eski Toskana soylularından olan ailesi, 16. yüzyılda Korsika’ya göç etmiştir. Babası Carlo, o sırada bölgede olan Fransız İşgali’ne karşı duran Pasquale Paoli liderliğinde bir grubun üyesidir. Sonrasında Paoli’nin kaçmasıyla beraber Carlo Fransızlarla anlaşmış, 1771 yılında Korsika valisinin korumasını kazanarak Ajaccio adli bölgesine yargıç yardımcısı olarak atanmıştır.

Bu sayede Napolyon 9 yaşından itibaren Fransa’da eğitim görmeye başlamıştır. Napolyon 3 farklı okulda eğitim görmüştür: bir süre College d’Autun’da, 5 yıl kadar Brienne askeri okulunda ve bir yıl boyunca Paris’te bulunan Askeri Akademi’de. Şubat 1785, Napolyon’un Paris’te bulunduğu zamanlarda babası mide kanseri sebebiyle ölmüştür. Bunun üzerine Napolyon, en büyük oğlan olmamasına rağmen 16 yaşında ailenin başı görevini üstlenmiştir. Aynı yılın eylül ayında Askeri Akademi’den, 58 kişi arasından, 42. olarak mezun olmuştur.

Genç topçu subayları için bir tür eğitim okulu olan La Fère alayına ikinci topçu teğmen olarak atanmıştır. Valence bölgesinde garnizonda bulunan Napolyon, asıl olarak strateji ve taktikler üzerine çalışmalara yönelmiş ve bolca okuyarak eğitimine devam etmiştir.

Ayrıca, memleketine karşı hislerini yazdığı Lettres sur la Corse (Korsika Üzerine Mektuplar) eseriyle ortaya koymuştur. 1786 yılında Korsika’ta geri dönmüş ve 1778’in ortalarına kadar alayına geri dönmemiştir. O sırada Fransız Devrimi’nin zirveye çıkaracağı ajitasyon çoktan kıvılcımlanmaktadır. Kendisi bir Voltaire ve Rousseau okuyucusu olan Napolyon’da bu süreçte politik bir değişimin şart olduğuna inanmakta fakat radikal bir sosyal reforma ihtiyaç bulunmadığını düşünmektedir.

Fransız Devrimi sırasında Napolyon, yükselmekte olan askeri bir liderdir. Tarihte bulunduğu yere gelmesi, 1799’da gerçekleşen 18 Brumaire Darbesi’ne dayanmaktadır. Bu darbe sonucunda Fransız Hükümeti devrilmiş, Konsül olarak bilinen 3 kişilik bir hükümet başa geçmiştir. Napolyon, bu yeni hükümetin ilk Konsülü olarak görev yapmıştır. Ancak kısa süre içinde Konsül’ün yetkileri arttırılmış ve en sonunda hükümeti kendi başına kontrol etmeye başlamıştır.

1804 yılında, kendisini “Napoleon I” olarak taçlandırmış ve dolayısıyla Fransız İmparatoru olduğunu ilan etmiştir. Bununla birlikte Fransa’da imparatorluk rejimi yeniden kurulmuştur. Ancak 1814’de tahttan indirilmiş ve Elba Adası’na sürgüne gönderilmiştir. Ardından 1815’te tahta tekrar çıkmış fakat Waterloo Muharabesi’ni kaybetmesiyle ikinci sürgünü olarak Saint Helena’ya gönderilmiştir. Bu makalede Napolyon’un Elba Ada’sına sürgün edilme süreci, adadaki hayatı ve kaçışından sonraki kısa süreç, akademik kaynaklar aracılığıyla araştırılmış ve kağıda dökülmüştür.

Napolyon Bonapart’ın Elba Adası’na Sürgün Edilmesi

Napolyon’un agresif politik kararları sonucunda, Ocak 1814’te Fransa tüm sınırlarından saldırıya uğramaktadır. Müttefik devletler başarılı bir strateji izlemiş, açık bir şekilde Fransız halkıyla sorunlarının olmadığını, sadece Napolyon’a karşı savaştıklarını duyurmuşlardır.

Bunu da Napolyon’un 1813’ün kasım ayında Avusturya dışişleri bakanı olan Klemens Fürst con Metternich’in yaptığı Fransa’nın doğal sınırlarını korumasını sağlayacak teklifi reddetmesine dayandırmışlardır. Napolyon’un 1814 yılının ilk 3 ayında genç askerlerin oluşturduğu ordusuyla elde ettiği üstün başarılar uzun süreçte yeterli olmamıştır. Sayısal üstünlüğe sahip müttefiklerine karşı yenik düşmüş, Fransız halkını da dış gücün yarattığı algıdan çıkaramamıştır. Eskiden oldukça uysal olan Yasama Meclisi ile Senato artık siyasi ve sivil özgürlüklerle beraber barış talep etmektedir.

Mart 1814’te Chaumont Antlaşması imzalanmış; Avusturya, Rusya, Prusya ve Büyük Britanya 20 yıl süreyle birliklerini ilan etmiş, ayrı ayrı müzakere etmemeye karar vermiş ve Napolyon devrilene kadar birliği korumaya ve mücadele etmeye söz vermişlerdir. 30 Mart 1814’te müttefik ordularının Paris’e varmaları sırasında Napolyon doğuya doğru haraket etmiştir. Bu sayede imparatorun otoritesinden azat olan Parisli yetkililer, müttefiklerle ilişkilerde hiç vakit kaybetmemiştir. Talleyrand geçici hükümetin başkanı olarak Napolyon’un tahttan indirildiğini duyurmuştur. Napolyon, Paris’in teslim olduğunu duyduğunda Fontainebleau’ya daha yeni ulaşmıştı. 6 Nisan’da direnişinin işlevsizliğini kabul ederek tahttan çekildi.

Müttefik milletler, Fontainebleau Antlaşması’yla Napolyon’u Elba Adası’na tam olarak sürgün etmemiş, Elba Adası’nı egemen bir prenslik olarak, her yıl Fransa tarafından sağlanacak 2 milyon franklık bir gelir ve 400 gönüllüden oluşan bir koruma ekibiyle beraber, Napolyon’a bırakmışlardır. Bunun üzerine kendini zehirlemeye çalışan Napolyon, başarız oldu ve suikastten kıl payı kurtulduğu bir yolculuğun ardından Elba’ya 4 Mayıs’ta ulaşmıştır.

Napolyon Bonapart’ın Elba Adası’ndaki Yaşamı

Napolyon’un Elba’daki yaşamı, Fransız İmparatoru olarak yaşadığı döneme göre oldukça basit, önceki hayatıyla belirgin şekilde tezat olmasına karşın oldukça rahat bir hayattır. Portoferraio’da, Mediciler tarafından inşa edilmiş bir villada yaşamakta ve villasında ev personelinin yanı sıra kendine özel sekreter ve doktor hizmetlerinden yararlanmaktadır. Britanya hükümetine, Fontainebleau Anlaşması ve ayrıca kendi kişisel güvenliğini garanti atına alması üzerine ısrar etmiştir. Bunun üzerine gayriresmi İngiliz temsilcisi Sir Neill Campbell kendisine adada eşlik etmiştir. Campbell, Napolyon’un güvenliği adına anlaşmanın bir parçası olarak onun Elba’daki evinde kalmıştır.

Ayrıca Elba’nın hükümdarı olarak Fransa’dan kendisiyle gönderilen İmparatorluk Muhafızlarından, kendisine sadık kalmış Polonyalılardan ve Memlüklerden oluşan küçük çaplı bir askeri oluşumu da elinde bulundurmasına göz yumulmuştur. Hatta Napolyon, Elba’da küçük bir donanma bile geliştirmiştir. Oğulları ve eşi Marie-Louise hariç gelen ziyaretçilere herhangi bir kısıtlama getirilmemiş, Napolyon’un dış dünyayla olan iletişimi kesilmemiştir. Bu şekilde Napolyon, Fransaki olaylardan haberdar olabilmiş, geri dönen Bourbon monarşisinden duyulan hoşnutsuzluğu da öğrenebilmiştir.

Elba Adası (İtalya)

Napolyon Bonapart’ın Elba Adası’ndan Kaçışı

Napolyon, Elba Adası’na vardığında “I want to live from now on like a justice of the peace (“Bugünden sonra barışın adaleti gibi yaşamak istiyorum.”) demiştir. Fakat imparatorluğundan vazgeçememiştir. Elba’da Avrupa’yı yakından takip etmeye devam etmiştir. Viyana’da bulunan, Avrupa’nın kaderinin belirlendiği bir kongredeki diplomatların, Korsika ile İtalya arasında bulunan Elba Adası’nın Fransa ve İtalya’ya fazla yakın olduğunu düşündüklerini, kendisini Atlantik’te uzak bir adaya sürgün etmeyi planladıklarını bilmektedir. Ayrıca Avusturya’yı, karısı Marie-Louise ve oğlunun onunla adaya gelmesini engellediği gerekçesiyle suçlamaktadır (gerçekte Marie-Louise yeni bir sevgili edinmiş ve ikisinin de Napolyon ile adada yaşamak gibi bir niyeti yoktur).

Bunlara ek olarak, Fransız hükümeti Napolyon’a 2 milyon frankı ödemeyi reddetmiştir. Bu sebeple Napolyon, yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Tüm bu durumların karşısında bir imparatorun egosuna sahip bir adamın daha 45 yaşında yenilgiyi kabullenmesi inandırıcı olmasa da müttefik devletler başka şansı olmadığına inanmışlardır. Fakat Napolyon’u Fransa’ya geri dönmeye iten şeyler sadece bu problemler değildir, sahip olduğu tekrar tahta geçme ihtimalidir.

Fransa’da Bourbonların geri dönüşü kısa süre içerisinde ağır eleştirilere maruz kalmıştır. 1814’te Fransız halkının çoğunluğu Napolyon’dan bıkmış halde olmalarına karşın hiçbiri Bourbon’ların geri dönüşünü istediklerine dair bir arzularını dile getirmemiştir. Halk devrimin başarılarına derinden bağlıdır.

XVIII. Louis, “yabancıların bagaj treniyle”, yanında ise “hiçbir şey öğrenmemiş ve unutmamış” kişilerle yönetime geçmiştir ve bu yönetim devrimin getirdiği tüm başarıları tehdit etmektedir. Napolyon’dan sonra gelen ilgisizliğin çok kısa sürede de yerini güvensizliğe bırakmasıyla eski nefretler yeniden canlanmış, tekrardan bir direniş başlamıştır. Dolayısıyla Napolyon’un karşısında halkın desteklediği bir otorite yoktur.

Bütün bu düşünceler, Napolyonu harekete geçmeye zorlamıştır. Büyük bir kararlılıkta Fransa’ya geri dönmüştür. 1 Mart 1815’te Cannes’a çıkmış, 20 Mart’ta Paris’e ulaşmıştır. Napolyon, bir yıl önce tahttan indirilmiş bir imparator olarak değil, devrim ruhunun vücut bulmuş bir hali olarak iktidara geri dönmüştür.

Napolyon Elba’dan kaçış fırsatını, 1815 Şubat ayının sonunda bulmuştur. Sir Neil Campbell’in Floransa’da istişarelere katılmak için adadan ayrılmasını beklemiş ve özellikle İngiliz donanma gemilerinin civarda bulunmayacağı bir zamanı seçerek planını gerçekleştirmiştir.

26 Şubat 1815 tarihinde Napolyon, Inconstant ve diğer küçük gemileri kullanarak, 650 kadar muhafız ve yaklaşık 100 Polonyalı mızraklı ile Korsika ve Elba yerlilerinden gönüllülerden oluşan bir orduyla Elba’dan ayrılmıştır. Fransa’nın güneyine doğru yola çıkmıştır. 1 Mart’ta ise Antibes yakınlarına çıkmışlar ve Cannes’ın kontrolünü ele geçirmişlerdir. Daha sonrasında Paris’e ulaşmak amacıyla kuzeye doğru zorlu bir yolculuğa çıkmışlardır. Bu yolculuk, 20 Mart’a kadar sürmüştür. Fransa içerisindeki iletişim zayıf olması ise Napolyon’un kaçıp Fransa’ya gelişine ilişkin haberlerin Paris’e ulaşmasının uzun zaman almasına sebep olmuştur.

Napolyon Bonapart’ın Fransa’ya Dönüşü

İlk başlarda, ilerleme kolay gerçekleştirmiştir. İlk ciddi direniş, 7 Mart’ra Grenoble yakınlarında gerçeklemiş, bölgede bir dizi alayın Napolyon’u tutuklaması emredilmiştir. Napolyon’la, yani eski imparatorlarıyla karşı karşıya kalan askerler, onun duygusal çekiciliğine kanmış ve Napolyon’a katılmışlardır. Bu, Napolyon kuzeye doğru ilerledikçe rutin olarak gerçekleşmiş, Napolyon’un taraftarı artmaya başlamıştır. Louis XVIII’2 bağlılık yemini etmiş ve Fransız hükümeti tarafından Napolyon’u durdurmanın tek yolu olarak görülen Mareşal Ney bile eski imparatorun karşısında kararlılığını yitirmiştir.

20 Mart 1815’te Napolyon, Paris’e ulaşmıştır. Louis XVIII,  halk tarafından desteklenmemekle birlikte Napolyon’a karşı direnmek için yeterli güce sahip olmadığını fark etmiş ve günün erken saatlerinde Paris’i terk etmiştir. Napolyon, artık kendisini değişmiş, yeni bir adam, bir liberal ve kamuoyunu yanına almak için taviz vermeye istekli bir adam olarak tanıtmak için elinden geleni yapmıştır.

Yasama yetkisi imparator ile iki parlamento meclisi arasında paylaşılacaktır.  Siyaseti daha fazla mutabakata dayalı ilerletmek amacıyla anayasal reformlar başlatmış ve yeni bir anayasa hazırlığı gündeme gelmiştir. Bunun yanında savaşa da hazırlanıyordu. Bakanları, onu daha fazla kan dökülmesine karşın uyarmıştır fakat Napolyon uyarıları görmezden gelmiştir. Müttefiklerle savaşmak ve yeni bir Fransız İmparatorluğu kurmak adına bir ordu oluşturma çalışmalarına başlamıştır.

100 Gün Dönemi

100 Gün Dönemi, Fransız tarihinde, Napolyon’un Elba sürgününden kaçtıktan sonra Paris’e geldiği tarih olan 20 Mart 1815’te başlayan ve XVIII. Louis’nin Paris’e dönüşü tarihi 8 Temmuz 1815’te biten dönemdir. Bu ifade, ilk kez Seine Valisi Kont de Chabrol de Volvic tarafından dile getirilişmiş, Vali kralı selamlarken yaptığı konuşmada ifadeyi kullanmıştır.

Napolyon, halkın desteğini geliştirmek için İmparatorluk Anayasası’nda liberal değişiklikler yapmış ve bu, başta Benjamin Constant’ın geldiği bir dizi eski muhalifin kendi davasına katılmasına yol açmıştır. 25 Mart’ta Avusturya, Prusya, Britanya ve Rusya, Napolyon’a karşı bir ittifak kurmuş ve onu kanlı Waterloo Savaşı’na yol açan bir dizi askeri çatışmaya katılma durumunda bırakmışlardır.

Bunun üzerine Napolyon, 22 Haziran’da ikinci kez tahttan çekilmiştir ve 15 Temmuz’da Rochefort’ta aslında bir mahkum olan bir İngiliz savaş gemisine binmiştir. Tam 3 ay sonra Güney Atlantık Okyanusu’ndaki bir İngiliz adası olan St. Helena’ya ulaşmıştır. Paris’te ise, 8 Temmuz’da Louis XVIII, ikinci Bourbon Restorasyonuyla Paris’e geri dönmüştür.

Napolyon Bonapart’ın Elba Adası’ndan Kaçışının Etkileri

Napolyon, 15 Ekim 1815 tarihinde, sürgüne giderken kendisine gönüllü olarak eşlik etmiş takipçileriyle beraber St. Helena Adası’na ulaşmıştır. O sırada sarayın büyük mareşali olan General Henri-Gratien Bertrand ve eşi; kont Charles de Montholon ile eşi ve yaveri; Generala Gaspard Gourgaud; eski vekil Emmanuel Las Cases ve de birkaç hizmetçisi Napolyon’a eşlik edenler arasındadır. Adada zengin bir İngiliz tüccarının evinde kısa bir süre konakladıktan sonra, aslında vali yardımcısı için inşa edilmiş Longwood’a taşınmışlardır.

Napolyon burada rutin bir hayata sahip olmuştur. Geç kalkmakta ve nadiren dışarı çıkmaktadır. Kendisine bir İngiliz subayı eşlik etmediği takdirde adada istediği herhangi bir yere gitme özgürlüğüne sahip değildir ancak kısa süre sonra bu koşula uymayı reddetmiştir. Bu nedenle kendisini tek başına dolaşabileceği Longwood arazisine kapatmıştır. Bu dönemde fazlaca yazmış ve konuşmuştur.

İlk olarak Las Cases, Mémorial de Sainte-Hélène adlı eserin derlenmesinde onun sekreteri olarak hareket etmiştir. Napolyon, akşam 07.00’dan 08.00’a kadar akşam yemeği yemekte ve yemeğin ardından akşamın bir kısmını yüksek sesle kitap okuyarak geçirmektedir. Klasikleri dinlemeyi hep sevmiştir. Akşamları farklı bir aktivite olarak ise kart oyunları oynamaktadırlar. Napolyon, zamanın bir kısmını da İngilizce öğrenmeye adamış, sonunda İngilizce gazeteleri okuyacak düzeye ulaşmıştır. Aynı zamanda Avrupa’dan gönderilen, dikkatle okuyup notlar aldığı çok sayıda Fransızca kitaba da sahiptir.

Kendine zaman bulmuş olmasına rağmen Napolyon mutsuzdur. Özenle ve bol hazırlanmış yemeklerin yanında hareketsizliği şüphesiz sağlığının bozulmasında katkıya sahiptir. Ayrıca 20 yıl boyunca Dünya’da bu kadar büyük bir role sahip olan Napolyon, küçük bir adada kendi kendine empoze ettiği hayatın monotonluğuna katlanamamıştır. Münzevi hayatı ona göre değildir. Mutsuzluğunun daha samimi sebepleri de vardır. Marie-Louise bu süre boyunca ona hiçbir haber göndermemiştir.

Napolyon’un, eşinin ona göz kulak olmak için görevlendirilen Avusturyalı subay Graf von Neipperg ile onun ölümünü beklemeden evlendiğini örenmiş olması muhtemeldir. Reichstadt Dükü unvanıyla Viyana’da yaşayan oğlundan ise hiç haber almamıştır. Nisan 1816’da St. Helena’ya vali olarak gelen Sir Hudson Lowe da Napolyon’un hayatını güçleştirmiştir. Las Cases ile anlaşmazlığa düşen Lowe, onu Napolyon’un sırdaşı olarak görmüş ve onu tutuklatıp sınır dışı ettirmiştir. O andan itibaren Napolyon ile Lowe arasındaki ilişkiler yönetmeliklerin öngördükleriyle kısıtlı kalmıştır.

1817’nin sonlarında Napolyon, ilk hastalık belirtilerini göstermeye başlamıştır. Ülseri ya da mide kanseri olduğu düşünülmekteydi. Napolyon’un yaşadığı koşulların değiştirilmesinin gerektiğini söyleyen İrlandalı doktor Barry O’Meara görevden alınmıştır. Sonrasında gelen, Napolyon’a karşı iyi niyetli olduğu düşünülen John Stokoe da ilk doktorla aynı kaderi paylaşmıştır. Onun yerine gelen Korsikalı doktor Francesco Antommarchi ise Napolyon’a hiçbir faydası olmayan bir tedavi önermiştir.

Ancak Napolyon’un hastalığının 21. yüzyıl yöntemleriyle bile iyileştirilip iyileştirilemeyeceği belirsizdir. 1821’in başından itibaren hastalık hızla kötüleşmiş, Mart ayında Napolyon yatağa mahkum edilmiştir. Nisan ayında vasiyetini yazdırmıştır: “Küllerimin Seine nehrinin kıyılarında, o çok sevdiğim Fransız halkının ortasında kalmasını diliyorum… Zamanından önce ölüyorum, İngiliz oligarşisi ve onun kiralık katilleri tarafından öldürülüyorum.”

5 Mayıs’ta birkaç tutarlı kelime söylemiştir: “Tanrım… Fransız milleti… oğlum… ordunun başı.”. O gün saat 17.49’da, 52 yaşına basmadan ölmüştür. Ölüm nedeni bilinmemektedir. Cenazesi, Napolyon’un bazenleri yürüdüğü Rupert Vadisi’nde, 2 söğüt aracının arasında, bir derenin yanında basit ama uygun bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Mezar taşına ismi değil, sadece “Ci-Gît” yani “Burada Yatıyor” yazılmıştır.

Manolya

Ben Manolya. Hakkımda bişiler yazmak istemiyorum, zira bişiler öğrenmek isteyenler hakkımda sayfasına bakabilirler efenim..

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu